Neden Homeoffice?
İlk “Merhaba Dünya” programımı yazdığımdan bu yana 10 yıl geçmiş. O günden bugüne kadar hep kendimi geliştirmeye, yazılım dünyasındaki gelişmeleri takip etmeye, iyi bir programcı olmaya çalıştım. Teknik lise ve üniversite boyunca hep teknik derslere ağırlık verdim. Bu derslerin sınavlarına hiç çalışmayarak veya çok az çalışarak girip yüksek not alıyordum. Kültür derslerine de gerektiği kadar çalışsaydım muhtemelen kalmazdım. Bu derslere gerekli ilgiyi göstermememin iki temel sebebi vardı. Birincisi vakit kaybı olarak görüyordum, nasıl olsa geçerim diyordum. İkincisi de maddi sebepler. Program yazarak kendimi geçindirmem gerekiyordu. Bu sebeplerden dolayı programlama ve elektronik derslerim yüksek gelirken edebiyatı 2 kez, kimyayı 3 kez, diferansiyel denklemleri 6 kez, denetim sistemlerini 6 kez aldım. Herşeyin mantığını öğrenmek gibi bir huy kazanıp sürekli teknik konularla ilgilendim. İtiraf ediyorum çok iyi bir teknik amele oldum. Hem program yazmayı sevdiğimden hem de yazılım dünyasının çok iyi bir kazanç sağlama yöntemi olduğunu düşündüğümden dolayı yürüdüğüm yolun hatalı olduğunu hiç düşünmedim. Hatalı demiyim de bu yolun bazı eksikleri olduğunu düşünmedim.
Okuldan sonra toplam 4 yıl bazı firmalarda çalıştım. Bu zaman içerisinde belli bir bilgi birikimi ve tecrübe kazandım. Hiçbir kodu istemeyerek yazmadım, hiçbir algoritmayı zorlamayla kurmadım. Bu iş sevilmeyince yapılmaz. Zorlamayla kimse program yazamaz. Program yazmak düşünmek demektir ve kimseyi düşünmeye zorlayamazsınız. İçinden gelirse düşünür, beyninde tasarlar, kağıda veya bilgisayara döker. İçinden gelmiyorsa yapamaz. Ben işimi severek yaptım ve hala yapmaktayım. İş hayatım boyunca hep başkalarının istediği programları yaptım ve sevgili patronlarımı zengin ettim. Kimsenin parasında pulunda gözümüz yok çok şükür fakat neden yıllarca edindiğim birikimlerimi başkalarına üç kuruşa pazarlıyım ki?
Sabah 9:30’dan akşam 18:30’a haftanın 6 günü lise mezunu sevgili patronların kurduğu şirketlerde çalışarak biryere varılamayacağını anlamak biraz geç oldu benim için. Verdikleri üç kuruş para, zam istesen çok iyi fakir edebiyatı yaparlar ama Volvo’yu yeni almıştır. Alsın helali hoş olsun Allah daha çok versin ama benim üzerimden değil. İşte bu yüzden herşeyi göze alıp işten ayrıldım ve kendi işletmemi kurdum. Biryerden başlamazsam hiçbir zaman başlayamazdım çünkü.
Şimdi kimse bana emir veremiyor, kimseye eyvallah çekmiyorum, kimsenin ağız kokusunu çekmiyorum. Aynı performansta çalışıyorum ve daha iyi kazanıyorum. Kimse zam istediğimde sanki çok kötü birşey yapıyormuşum havası estirmiyor. Müşteriyle konuşup anlaşıyoruz, işimi yapıyorum, paramı alıyorum. Herkes mutlu, kimse mahçup değil, kimse kimseye üstünlük sağlamaya çalışmıyor ve hepsinden güzeli kimseye ağız bükmüyorum. Herşeyi saygı çerçevesi içerisinde dobra dobra konuşuyor ve anlaşıyoruz. Ayrıca bu şekilde daha iyi tecrübe kazanıyorum. Müşterinin ne istediğini artık daha iyi biliyorum ve gittikçe hızlanıyorum.
Türkiye’de yazılım piyasasında tutunabilmek, başarılı olabilmek gerçekten çok zor. Birsürü problemle karşılaşırsınız, hepsini tek tek en iyi şekilde çözmeniz gerekir. Hem insanlarla uğraşırsınız hem de teknik konularla. Bazen en detaylı teknik konuyu bile hiç teknik kelime kullanmadan bilgisayar özürlüsü adamlara anlatmak zorunda kalırsınız. Fakat bunların hepsi sizi geliştirir. İnsanoğlu zorlanmadan gelişemez. Son söz olarak şunu söylemek istiyorum. Patrondan üç kuruş zam isteyip onun fakir edebiyatını dinlemektense bin tane bilgisayar özürlüsü adama laf anlatmayı yeğlerim. Esen kalın.
0 yorum